traren

Evrimi Çürüten Hakikatler

02.11.2017
7.266
Evrimi Çürüten Hakikatler

Evrimi çürüten ve yaratılışı ispat eden izah ve delillerin bir kısmının özeti şöyledir:

Evrim, ateizmin varoluş inancıdır. Dolayısıyla tevhidi yani Allah’ın varlığını ve birliğini ana esası yapmış olan İslamiyet ile bağdaşmaz, bağdaştırılamaz. Bilim, pozitivizmin etkisi ve bir ön kabul ile materyalist kabul edildiğinden, bir cihetle alternatifsiz olan evrim, zorunlu olarak kabul edilen bir teori haline gelmiştir. Bilimle uzaktan yakından alakası olmayan bu dogmatik yaklaşım, ateizm temelinde örgütlenen güçlü bir ittifak ve bir çeşit algı yönetimi ve illüzyon (hayal ürünü hikayeler ve teressüm) vasıtasıyla bilimle özdeşleştirilmiş, hatta bilimin temeli olma noktasına kadar getirilmiştir. Halbuki bilim tarihinde evrim teorisi kadar yanlışlığı ispat edilen bir teori daha görülmemiştir. Bu konuda Pierre Paul Grassé’nin (Fransız Bilimler Akademisi Eski Başkanı, Evolution of LivingOrganisms (Canlı Organizmaların Evrimi) isimli kitabın yazarı) şu sözleri çok manidardır: “Bugün, bizim görevimiz, bizden daha önce baş gösteren ve basit, anlaşılır ve açıklanmış bir olgu olarak kabul edilen evrim mitolojisini yıkmaktır. Hile (aldatma) bazen bilinçsiz olur, ama her zaman değil, çünkü bazı insanlar, tarafgirlikleri nedeniyle, amaçlı olarak gerçeği görmezden gelirler ve inançlarının yetersizliğini ve yanlışlığını kabul etmeyi reddederler” (1). “Rastgele mutasyonların, tüm canlılık aleminin ihtiyaçlarını karşılamış olması imkansızdır. Hayal kurmaya karşı bir yasa yok, ama bilim buna dahil edilmemelidir.”(2).

Madem bilim adamlarının itirafıyla dahi evrim bilimsel değildir, hakikat değildir, eğitim-öğretim müfredatlarımızda da yeri olmamalıdır. Bilimsel verilerle de apaçık görünen, evrensel bir hakikat olan “Yaratılış” ise eğitim-öğretim müfredatlarımızda çekincesiz, eksiksiz, tavizsiz şekilde ve her yönüyle yer almalıdır.

Bilim ilerledikçe akıllarda ve kalplerde güneş gibi parlayan yaratılış hakikatinin aksine ısrarla ve inatla gözlerini kapatıp yol yürüyenler için tutunacak bir dal olarak görülme noktasında alternatifsiz olan evrim teorisi, kendisini objektif olarak niteleyen, hakikatte ise tercih yapma zorunluluğu nedeniyle tarafsızlığı mümkün olmayan bilim adamlarının hayatlarının her safhasına, beklentilerine, dillerine dahi hükmeder olmuştur. Bilim adamı Anthony Standen’in ifadesiyle evrimin hegemonyası altında olan bilim, kendisinden istifade edilen ve tapınılan bir kutsal (!) ineğe dönüşmüştür (3).

Türden türe veya basitten daha kompleks türe geçişi iddia eden evrim, hakikat ile yani bilimin objektif verileri ile tamamen zıt, bu nedenle ana esasları ve ön kabulleri dahi ciddi manada hatalı, ispatlanamamış ve ispatlanması imkansız olan bir hipotezdir (Sözlük anlamıyla, yani varsayım, faraziye manasında hipotezdir. Yoksa bilimin normlarına göre hipotez dahi değildir.). Benzetmelerden yani anoloji’den yola çıkılarak kurgulanmış, bilimselliğe yakışmayacak şekilde maksatlı ve taraflı şekilde savunulup ısrarla sürdürülen bir ideoloji, yaratılış hakikatinin parlak güneşini üflemekle söndürmeye çalışan boş heves, örtmeye çalışan hayal ürünü bir balçık ve genç zihinleri bulandırıp dinsizleştirerek hatta evrimi adeta din edindirerek yutan bir bataklıktır. Bu bataklıktan çıkmak, gözünü açıp hakikati görmek ve göstermek isteyenler için birkaç delil:

1- Bilim, gözlem ve deneye dayanır. Halbuki evrim gözlem ve deneyin dışındadır. Ne gözlemlenmiştir, ne de gözlemlenebilir. Ne görülmüştür, ne de gösterilebilir. Deney ortamlarında oluşturulabilmiş de değildir. Dolayısıyla türden türe geçişi iddia eden evrim bilimsel değildir.

2- Evrim hakikate zıt bir faraziyedir. İspatlanmış birçok kanuna terstir ve o kanunlarla bağdaşmaz.

a) Bu kanunlardan biri termodinamiğin ikinci yasasıdır. Bu yasa şunu söyler: “Kainatta her mevcud, kendi haline bırakılsa maksimum düzensizlik ve minimum enerjiye gider.” (4). Evrim ise bunun tam tersini, yani zaman içinde her mevcudun kendiliğinden, basitten komplekse ve daha düzenli daha üstün türlere dönüşe dönüşe var olduğunu iddia eder.
Termodinamiğin ikinci yasası (entropi), doğruluğu deneysel olarak kanıtlanmış bir kanundur. Yüzyılımızın en büyük bilim adamlarından biri olan Albert Einstein, bu kanunu “Bütün bilimlerin birinci kanunu” olarak tanımlamıştır (5). Sir Arthur Eddington ondan, “bütün evrenin en üstün metafizik kanunu” olarak bahseder. Hatta evrimin temel dayanaklarından olan evcil hayvan teorisi ve tüm teoriler hakkında bu kanunla tezat oluşturması halinde “En derin bir aşağılama ile çökmeye mahkum ve son derece umutsuz” ifadelerini kullanmaktadır (6). Amerikalı bilim adamı Jeremy Rifkin “Entropi: Yeni Bir Dünya Görüşü” adlı kitabında konuyla ilgili, “Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici düzen şeklinde kendini gösterecektir” demektedir. Bunun aksine evrimci bilim adamları, evrimi bilimin birinci kanunu gibi görmekte ve göstermektedir. Öyle görmeyenleri ise dışlamakta, itibarsızlaştırmaktadır.

Bu kanunun evrimle çeliştiği ve evrimi çürüttüğü görüşüne karşı evrimcilerin şöyle bir itirazı olmaktadır: “Bu durum (entropi) kapalı sistemler için geçerlidir güneş sistemi gibi dışarıdan enerji alan açık sistemlerde ise geçersizdir”. Bu itirazı şu gerçek geçersiz kılmaktadır: “Açık sistem dediğimiz dışarıdan enerji alan sistemlerde de kapalı sistemlerde de basit yapıdan kompleks yapıya geçiş tesadüfen ve evrimle açıklanamaz, çünkü şuursuz ve kontrolsüz bir enerji yapıcı değildir, her zaman yıkıcıdır. Sanat icra edemez. Açık ve kapalı sayısız sistemlerle donatılmış olan kainat sayısız sanatlarla süslenmiştir. Madem öyledir, bütün bunları yapan, kör kuvvet, akılsız enerji değildir ve olamaz (7).

b) Evrimi çürüten bir diğer kanun, tüm türlerin çoğalmalarının, sayılarının kontrol altında tutulması, istilalarına izin verilmemesi ve ölüme mahkumiyetleridir. Halbuki bu durum, yani ölmek ve sınırlandırılmak, canlılar için istenen bir durum değildir ve evrimle bağdaşmaz. Onları geliştiren güçlendiren bir durum değil, aksine zayıflatan bir durumdur. Tüm türlerde, hayatta kalma ve çoğalma temayülü son derece kuvvetlidir. Buna rağmen sayıları hep sınırlandırılır, denge hep korunur. Bu kanun eğer evrim sürecinde gelişmiş olsaydı, daha gelişene kadar, yani bu kanunun olmadığı dönemlerde, bu kanunun evrimleşmesine imkan tanımayacak şekilde denge ve düzen bozulacak, canlılık tükenecek veya bir tür veya birkaç tür kalacaktı. Halbuki bu kanun canlılıkla beraber var olmalıdır ki bu kadar türler ve denge olabilsin. Madem bu kadar canlı türü ve sayılarında bir dengelenme söz konusudur, öyleyse evrim söz konusu olamaz.

c) Evrimi çürüten bir diğer kanun, değişim yani tebeddülat kanunudur. Neden evrimi çürütür? Çünkü tüm değişimler, türün kendi içerisinde gelişir, türden türe bir geçiş yoktur, olmamıştır. Bu kanun, türün kendi içerisinde gerçekleşen ve genellikle bozulma, yaşlanma, yıkım ve ölüme götüren bir kanundur. Bazen daha iyiye götürücüdür ki bunda dahi türden türe bir geçiş söz konusu değildir. Örneğin bir bakteri daha dirençli bir bakteri halini alır. Ancak dikkat edilirse dirençsizi de dirençlisi de bakteridir. Bakteri virüse, virüs bakteriye dönüşmemektedir. İnsan da bazı mikroorganizmalara direnç geliştirir, yani bağışıklık kazanır. Savunma sistemi iyi yönde değişim geçirir. Ancak bu olumlu değişim insanı farklı bir türe çevirmez. İnsan yine insandır. Üstelik akıllı şuurlu insan dahi, kendi savunma sistemindeki bu olumlu değişikliklerde bir pay sahibi değildir. Kendi asker hücrelerinin komutanı değildir. Kendinde olan bu değişime sadece mazhar olmaktadır, seyircidir, aklı varsa şükredicidir. Kaldı ki bakteri ve benzeri, şuursuz, akılsız canlılar, direnç geliştirmekte pay sahibi olsunlar!. Onlar da ancak mazhardırlar, yapılmakta, yaratılmakta, değiştirilmektedirler.

Kamuflaj ile savunma sistemi gösteren hayvanlara dikkat edelim. Bunu o hayvanın yapabilmesi için, önce akıl, şuur, düşünce, sonra kendini yaşadığı ortama benzetebilmek için kendine bakacağı bir ayna, sonra da kendi vücudunu değiştirebilme, yani atomlarına hücrelerine hükmedebilme gücü ve ilmi lazımdır. Bir de bu savunma sistemini geliştirene yapana kadar, o savunmasız haliyle hayatta kalabilmesi ölmemesi lazımdır. Buna inanmak, akılla hakikatle bağdaşır mı?

Bu değişim kanunu ile gerçekleşen örnekler, hayret verici şekilde evrime delil olarak gösterilmektedir. Halbuki bu değişimlerle bir tane bile türden türe geçiş olmamıştır. Buna ihtiyaç da yoktur. Bir türü yapan ilim, irade, kudret sahibi kim ise, bütün türleri de yapan O’dur ve bunu yapabileceğini ispatlamış, sanatını, yaratma gücünü ortaya koymuştur ki O, Allah’tır.

d) Ateizmin temel taşı olan ve tesadüfi varoluşun dayanağı kabul edilen evrim, aksi ispat edilemeyen şu kanuna da terstir: Burhan-ı inni diye tabir edilen, eserin müessire, yani eseri yapana delil olma kanunudur. Örneğin duman, ateşe delildir. Ateşin bizzat görülmesi şart değildir. Dumanın görülmesi, ateşin varlığını ispat eder (8). Bir harf dahi katipsiz, bir iğne dahi ustasız olmaz, olamaz. Bir kitap yazarsız, bir bilgisayar ustasız olabilir mi? İnsan beyni, bilgisayarı yapan en üstün ve organik bir bilgisayardır. Teknolojisine yetişilemeyen çok üstün bir modeldir. İnsan beyni de bilgisayar gibi sonradan meydana gelmiştir ve üzerinde inanılması güç şekilde 100 milyar civarında sinir hücresi (nöron), bunun 10-50 katı kadar gliya hücresi ve sinir hücreleri arası yaklaşık 100 trilyon sinaps, yani hücreler arası bağlantı vardır (9). Bilgisayarın da, beynin de, kainatın da hammaddesi aynı atomlardır. En basit bir bilgisayar dahi evrim sürecinde atomların yıllarca savrulup çarpışmasıyla tesadüfen oluşamazsa, beyin nasıl oluşur? Beyni yapan; kör tesadüf, şuursuz evrim, akılsız-ilimsiz maddeler ve atomlar olabilir mi? Kanunlar dahi olamaz. Çünkü kanunlar dahi kanun koyucu ve kanunu işletici olmadan işlemez, ürün vermez, işe yaramaz. Anayasanın ve tüm kanunların, hükümet, polis, savcı, hakim olmadan işlemeyeceği, herhangi bir eseri, tesiri, ürünü görünmeyeceği gibi. Kainatta geçerli ve bilimsel olarak ispatlanmış tüm kanunlar dahi, kanunu işlettirecek kanun koyucuya, hükmediciye muhtaçtır, mahkumdur. Kanunlar, bazı canlıların hastalanmasına, ölmesine ve tahrip olmalarına neden olur. Halbuki bu durumu tahrip olan ölen bu canlılar fıtraten hayata meyilli olduklarından istemezler, bu kanuna isyan etmeye uymamaya meyillidirler. Bu da ispat eder ki, kanuna boyun eğdirici bir hakim olmak zorundadır ki kanun işleyebilsin. Bir köy dahi muhtarsız olmaz, nizamını kaybeder, köy kaos yerine döner. Nasıl olur da bu muhteşem kainat hakimsiz, idarecisiz olabilir (10). Burhan-ı inni’ye göre kainattaki tüm bu orijinal şaheserleri şuursuz evrime vermek, duvarda asılı şaheser bir tabloyu şuursuz fırçaya, boyaya, tuvale vermekten daha büyük bir yanılgıdır ve doğrudan sapmadır. Nihayetinde ressamlar, kainattaki asılları, orjinalleri takliden ve can veremeden sanat icra ederler. Yani bir ağacın iki boyutlu basit bir resmi bile şuursuzlara verilemezken, bir ressam şart iken, canlı olan ve çamurlu suları içip şeker şerbeti meyveleri veren müthiş fabrikalar olan ağaçlar nasıl şuursuz unsurlara, akılsız ve kör evrime verilebilir?

3- Bilim adamları dünyanın ömrünün yaklaşık 4.5 milyar yıl olduğunu söylemektedir. Dünyada tespit edilmiş 8 milyon 700 bin canlı türü vardır. Her sene yeni 10 bin canlı türü tespit edilmektedir. Yaklaşık 100 milyon civarında canlı türü olduğu düşünülmektedir. İnsanda 100 trilyon hücre vardır. Her bir hücrede binlerce milyonlarca enzim, hormon gibi maddeler iş görürler. Her bir enzim saniyede 40 kez kimyasal reaksiyona girer. Bütün bunlar türün özelliklerini belirleyen sonuçlar ortaya çıkarır. Bütün türlerde, her türün tüm fertlerinde ve her ferdin tüm hücrelerinde bu reaksiyonlar, sistemler, mekanizmalar gelişmiştir ve işlevseldir. Özetle çarpıp böldüğümüz zaman, evrim süreci çok hızlı olmak zorundadır. Her güne, her saate hatta her dakikaya binlerce milyonlarca yeni sistem yeni mekanizma geliştirmek zorundadır ki bu kainat bu haliyle var olabilsin. Halbuki böyle bir durum görünmemektedir. Binlerce yıldır insan yine insan, maymun yine maymundur. Bu kadar faydalı ve gerekli sistemlerin, mekanizmaların, biyolojik makinelerin, reaksiyonların, bu kadar canlı çeşitliliğinin, evrimleşme sonucu meydana gelmesine dünyanın ömrü yetmez. Bir süreç içerisinde oluşumu da kaldıramaz, daha oluşamadan yok olur. Birçok sistem, organik makine ve mekanizmalar, bir anda, her şeyiyle, bütünüyle olmak zorundadır. Örneğin en basit sayılabilecek proteinlerden Sitokrom-C’nin tesadüfle ortaya çıkma olasılığı için gereken zaman, yaşı 15 milyar yıl olan evrenimizin yaşının bile çok üzerindedir. Yani tamamen tesadüflerle dahi evrenin yaşı bir proteinin ortaya çıkışına izin vermemektedir. Basit yapılı her bir hücrede, sayısı 3000’i bulan proteinlerin hücrenin binasında temel taşlar olduğu düşünülürse olasılık kelimesi dahi anlamını yitirmektedir. Evrim, gerçeklerin yanında son derece hantal ve muhal kalmaktadır. Özetle, bu evrenin evrimleşmeyle uğraşacak vakti yoktur (11).

4- Dünyada çok açık şekilde varlığı bilinen ve hissedilen bir gerçek vardır ki o da duygulardır, maneviyattır. Evrim ise materyalist zemine oturmuş bir inançtır. Duyguları, maneviyatı, manevi olayları açıklayamaz. Sevgisiz varlıklar, nasıl seven varlıklara dönüşmüştür? Bu ve benzeri sorulara makul bir cevap veremez. Madde, sınırlı ve geçicidir. İnsanların yaşama ve mutluluk arzuları ise sınırsızdır. Evrim düşüncesiyle, siyahi insanlar henüz evrimini tamamlayamamış bir alt sınıf olarak görülmektedir. Dolayısıyla evrim, ırkçılığın, güçlü olanın güçsüzü ezdiği, yok ettiği bir sömürge düzeninin, yani zulmün ve adaletsizliğin temelini teşkil edecek potansiyelde bir dünya görüşüdür ki bu da insanın mahiyetindeki vicdan, adalet, merhamet hakikatleriyle yani fıtrat ile çelişir.

5- Evrim gerçek olsa idi, milyarlarca, hatta canlılardan daha fazla sayıda ara formlar olması gerekirdi. Halbuki bir tane bile, ara form olduğu ispatlanmış bir varlık söz konusu değildir. Yarı bitki yarı hayvan, yarı hayvan yarı insan bir ara form yoktur ve olmamıştır. Ara form olduğu iddia edilen fosillerin hiçbiri türden türe geçişe delil değildir. Her biri kendine özgü bazı yönleri benzer bazı yönleri farklı yaratılmış birer türdür. Ara formun söz konusu olmadığının bir delili de, evrimcilerin kendilerini dahi aldatarak suni ara formlar oluşturma çabalarıdır. Bunun bir örneği “Nebraska adamı”dır. William Bryan adlı bilim adamının itirazlarına rağmen bu sahte ara form hayal ürünü çizimlerle süslenerek sunulmuştur. Ancak bir diğer bilim insanı Harold Cook, Nebraska adamının maskesini düşürmüştür (12,13).

6- Bir göz (Darwin’in dahi itirafıyla), bir hücre, yapısı itibariyle, tüm parça ve organellerinin aynı anda beraber var olmasıyla birlikte beraber bir fonksiyon görebilir, göz göz olur, hücre de hücre. Yoksa yok olur kaybolur gider. Bu ise evrimin zaman içinde gelişme ve parça parça oluşma hipotezini çürüten bilimsel bir gerçektir. Milyonlarca yıl içinde tesadüflerin elinde, bir göz dokusu oluşana kadar, bir hücre oluşup gelişene kadar çoktan yok olup gitmeye mahkumdur. Bu konu Amerikan Fizikçi Lipson’a şu yorumu yaptırmıştır: “Türlerin Kökeni‘ni ilk okuduğumda Darwin’in genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadığını fark etmiştim. Örneğin “Teorinin Zorlukları” başlıklı bölüm, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmış olabileceği yönündeki yorumları karşısında şaşkınlığa düştüm.” (14). Darwin zamanında hücre, bilinmeyen bir kara kutu idi. Darwinden beri ısrarla tüm teknolojik bilimsel gelişmelere rağmen, hücrenin kendine hayran bırakan özelliklere sahip, adeta bir fabrika, bir mikro şehir gibi işleyişine rağmen, evrim düşüncesi ısrarla inatla sürdürülmeye çalışılmış bunun için her yola başvurulmuş ve gerçekler görmezden gelinmiş, gerçekleri gören bilim adamları ise itibarsızlaştırılmıştır.

7- Mendelin ispat ettiği ve gözlemlediği deney ve ilkelerine göre yaşam süreci içerisinde kazanılmış olan özellikler genlere ve nesillere aktarılamaz. Örneğin komando eğitimleri ile kasları gelişmiş güçlenmiş bir baba bu özelliklerini çocuğuna aktaramaz. O çocuk kaslı ve güçlü doğmaz. Bir kazada kolu kopan bir annenin çocuğu kolsuz doğmaz. Yaşam süresince kazanılan fiziki değişimler genlere ve nesillere aktarılmaz.

Epigenetik başlığı altında yapılan izahlar, verilen örnekler ise evrimi izah ve ispat etmez. Epigenetik kısaca ve özetle; çevre koşullarının, genleri değil genlerin işleyişini değiştirerek fenotipin değişmesine neden olmalarına verilen isimdir. Fenotipe yansıyan değişimlere modifikasyon denir. Modifikasyonlar kalıtsal değildir. Çünkü meydana gelen değişiklikler sadece vücut hücrelerinden ibarettir. Bu nedenlerle modifikasyonlar evrime delil değildir. Fenotipik değişimler genetik yapıya yansımaz, nesillere aktarılmaz. Sadece üreme hücrelerinde meydana gelen mutasyonlar nesillere aktarılır ki onların da çoğu doğum olmadan düşükle sonuçlanır. Doğanlar ise üreyemeyecek kadar hastadır, üreme fonksiyonları bozuktur ve bu hallerini yine nesillere aktaramaz. Burada da bir hikmet bir denge bir dizayn görünmektedir. Hiçbir dizayn edici olmadan olamayacağına göre, bütün bu dizaynları dengeleri hikmetleri var eden bir ilim sahibi vardır ki O zat bizimle irtibata geçmiş, bize kendini tanıtmış, bütün isimlerini de Allah ismini de öğretmiştir. O yüzden diyoruz ki bütün bu mükemmel işleri yapan yaratan Yüce Allah’tır.

Epigenetik, türden türe geçişe değil, yine türün kendi içinde değişimlere sebep olur. Örnek: Folik asit yedirilen gebe fareler ile yedirilmeyen farelerin farklı renkte fare doğurmaları bir evrim değildir. Tür değişmemiştir. Farklı mekanizmalarla renk değişmiştir. Fare yine faredir. Fare, bir tavşana dönüşmemiştir. Malesef bu hadise dahi evrime delil gibi gösterilmeye çalışılmaktadır (15).

8- Evrim bir kanun olsa idi tüm varlıklar bu kanundan kaçamaz ve bu kanuna tabi olur idi. Halbuki yeryüzünde halen maymunlar mevcuttur. Bu maymunların, haşa insana dönüşenlerden ne farkı vardır, bunların neyi eksiktir ki insana dönüşememişlerdir. Bunun gibi nice örnekler mevcuttur. Tüm bu canlılar binlerce yıldır halen türlerini korumakta, yeryüzünde yaşamaya ve çoğalmaya devam etmektedirler. Mendelin araştırmaları sonucu genetik programda bir sağlamlık ve kendini koruma özelliği söz konusudur. Eğer bu koruma mekanizması olmasa idi tür özellikleri korunamazdı kolayca yıkıma uğrardı. Her tür kendine has özelliklerini devam ettiren genetik şifrelerini korumaktadır. Elbette ki bu korumayı her şeyden habersiz olan türlerin fertleri yapmamaktadır. Bir yerde plan, program, yazılım varsa onu planlayan programlayan da vardır. DNA’nın, genetik kodların ve bu hayrete düşüren yazılımın planlayıcısı programlayıcısı da o programı adeta bir çeşit organik antivirüs programlarıyla sağlamlaştıran ve korumaya alan da Allah’tır. Eğer bu sağlamlaştırma kararlı kılma ve koruma olmasa idi, anne karnında pankreas hücresi olarak gelişen ve hormon üreten hücreler zaman içerisinde kolayca farklı ve işlevsiz hücrelere dönüşebilecekti. Allah’ın yarattığı sanat eserlerindeki fenotipik ve genotipik genel kararlılık ve istikrar, evrime zıt bir hakikattir. Hem bu kadar tür çeşitliliğiyle birlikte değerlendirildiğinde evrimin imkansızlığını açıkça ortaya koyar. Bu genetik kararlılık, türden türe geçişi, türlerin karışmasını, ebeveyn başka bir tür, yavru başka bir tür olmasını engelleyici bir mekanizmadır. Bu, genetik yapıda bir sağlamlık, türe has özellikleri koruma şeklinde kendini gösterir. Bu mekanizma sayesinde farklı türler birbiriyle çiftleşmezler. Evrime delil bulmak gayesiyle suni ve kasıtlı olarak çiftleştirilenler ise gebe kalamaz. Faraza böyle bir gebelik oluşsa dahi düşük ile sonuçlanır. Çünkü günümüzde de düşük ile sonuçlanan tüm gebeliklerin çoğunda genetik veya kromozom anomalileri tespit edilmiştir. Bu son derece hikmetli ve gereklidir. Yoksa anne yada baba bir hayvan, faraza başka bir tür hayvan olarak doğmuş yada dönüşmüş olan yavrusuna uygun beslenme ve korumayı nasıl sağlayacak, onu nasıl yetiştirecektir? Örneğin, arslan anne babanın başka türden bir yavrusu olsa ve o yavruya arslana has avlanma, korunma, beslenme özelliklerini öğretse, o yavru nasıl hayatta kalabilecektir? Arslanlıktan başka bir şey bilmeyen o anne baba da o yavruya başka bir şey öğretemez. Misaller uzar gider… Allah’tan ki böyle durumların olamayacağı şekilde tedbirler alan kainatın bir Müdebbiri vardır.

9- İnsanın atası olarak sunulan maymunun insana benzer yönleri olduğu kadar, konuşma açısından bülbülün, sosyalleşme açısından karıncaların maymundan daha fazla insana benzer özellikleri tespit edilmiştir. Bu durumda insanın atası hangi hayvandır? Maymun mu, bülbül mü, yoksa karınca mı ? Benzerlikler, birbirine dönüşmenin birbirinin atası olmanın delili değildir ve olamaz. Üstelik halen yok olmamış olan maymunlar, bülbüller, karıncaların varlığı da bu düşünceyi, evrimin temel tezlerini çürütmektedir (16-18).

10- Hem karada hem denizdeki canlı çeşitliliği de evrime ciddi bir darbe vurmaktadır. Bu kadar çeşitlilik evrimle açıklanamaz, izahı mümkün değildir. Dünyada tespit edilebilmiş 8 milyon 700 bin canlı türü vardır. Bilim insanları son araştırmalarda aslında doğal hayattaki canlı türlerinin 100 milyonu bulabileceğini tahmin etmektedir. 6000 çeşit elma olduğu tespit edilmiştir. Hangi gereklilik hangi zorunluluk üzerine ve hangi evrim mekanizmalarıyla bu kadar çeşitlilik meydana gelmiştir? Bu sorunun makul ve ispatlanabilir bir cevabı yoktur (19).

11- Evrimcilerin bel bağlamış olduğu mutasyonlar, tahrip edici yada etkisizdir. Bir canlıyı daha üstün bir canlıya çeviren bir mutasyon gösterilememiştir. Ancak bozan, hasta eden veya etkisiz mutasyonlar gösterilebilmiştir. Gen mutasyonları, üreme hücrelerinde meydana gelirse ancak gelecek kuşaklara aktarılır. Orak hücreli anemi, fenilketonüri, albinizm gibi kalıtsal hastalıklar gen mutasyonu sonucu ortaya çıkar. Ancak dikkat edilirse bunlar insanı hasta eder. Süper insan haline getirmez. Farklı bir tür haline hiç getirmez.

Mutasyon, canlının genetik yapısında meydana gelen değişikliklerdir. Bu değişiklik kromozomlarda olabilir, ya da genlerde olabilir. Kromozomlarda olan değişiklik de, ya kromozomun sayısında olur, ya da yapısında. Her canlının kromozom sayısı sabittir. Kromozom sayısının değişmesi, artma veya eksilme şeklinde olabilir. Sözgelimi, 40 kromozomu olan bir bitkide, üreme esnasında kromozomların uygun bölünememesi veya uygun yere taşınamaması sebebiyle, bazı fertlerde bu sayı değişebilir. Mesela 41 veya 42, ya da 30 veya 38 olabilir. Böyle sayı değişikliğine sahip olan fertler sıhhatli bir hayata sahip olamazlar. Çoğu zaman bunların nesilleri devam etmez ve genelde bu tip değişiklikler canlıların anormalliğine ve ölümüne sebep olur.

Bir başka değişiklik de, kromozom sayısının tam katları veya yarı katları kadar artması şeklinde olabilir. 40 kromozomlu bir bitkinin üremesi esnasında çiçek tozu ve yumurta hücrelerinin teşkili esnasında kromozom sayısının yarıya inmesi gerekir. Çünkü erkek ferdi temsil eden polen ile yumurta hücresi birleşince kromozom sayısı 40 olarak sabit kalacaktır. Hücredeki kromozomların yarıya inmesi esnasında müdahale edilerek bu yarıya inmeye mani olunabilir. Bu yarıya inme, yumurta hücresinde yapılabileceği gibi sperm hücresinde de veya her ikisinde de yapılabilir.  Bu durumda kromozom sayısı 40 yerine, 60 veya 80 olan fertler meydana gelir. Bu şekildeki kromozom artışı fertleri öldürmez. Bunların nesilleri de devam eder. İşte bu tip kromozom değişikliğine faydalı mutasyon adı verilir. Özellikle bitki ve hayvan ıslahında bu metottan faydalanılmaktadır. Mesela, kromozom sayısı iki katına veya dört katına çıkmış mısırlar, normal fertlere göre daha büyük koçanlı ve daha iri daneli olmaktadır. Aynı şekilde süt ve et verimini arttırmak için hayvanlar âleminde de benzer uygulamalar vardır. Bunun haricindeki mutasyonlar, ister genlerde olsun, isterse kromozom yapısında veya sayısında olsun zararlı ve genelde öldürücüdürler.

Sonuç olarak, mutasyonların faydalı olanları, kromozom sayısının katları şeklinde artış gösterenlerdir. Bitki ve hayvan ıslahında iri yapılı meylerin elde edilmesinde, et ve süt veriminin arttırılmasında bu metot kullanılmaktadır.  Ancak, bunlardan yeni ve farklı bir canlı meydana gelmesi mümkün değildir. Mısırın kromozom sayısını iki kat arttırınca iri daneli ve büyük koçanlı mısır elde edilmekte, mısır yine mısır olarak kalmakta, mısırdan fasulye meydana gelmemektedir.

Bu konudaki şu itiraf çok manidardır: “Ayrıntıya girdiğimizde, tek bir türün bile değiştiğini kanıtlayamayız. Varsayılan değişikliklerin faydalı olduğunu da kanıtlayamayız ki teorinin temeli buna dayanmaktadır.” (20,21).

12- Evrimciler ispattan ziyade bir kabulle hareket etmektedirler. Örneğin “ilk canlı tesadüfen oluştu” derler. Bunun ise bir ispatı yoktur ve olamaz. Cansızdan canlı oluşumunu izah edemeyince de neredeyse canlı ve canlılık kavramını inkara kadar meyletmiş durumdadırlar. Sofestai felsefecilerinin, Yaratıcıyı inkar etmek adına kendi varlıklarını inkar etmeleri gibi. Halbuki muteber bilim adamlarından Pasteur’un dediği gibi “Hayat ancak hayattan gelir”. Kendisinde hayat olmayan başkasına hayat, kendisinde şuur-bilinç-ilim olmayan başkasına şuur-bilinç ve akıl, kendisinde görme olmayan başkasına göz ve görme veremez…

13- Milyonlarca yıl önce evrim sürecinde tesadüfen hayat oluştu ise, akıllı şuurlu teknolojik imkanları olan insanlar haydi buyursunlar, bir araya gelip akıllarını, bilgilerini birleştirip tüm gerekli elementleri maddeleri kullanarak laboratuar ortamında bir canlı varlık üretsinler. Tesadüfen olanın, şuurlu şekilde olması daha kolay ve makul değil midir? Neden üretemiyorlar? Bu kadar bilim adamının üretemediğinin milyarlar katını; şuursuz, kör, sağır tesadüfler nasıl üretir ve hangi akılla buna inanılır ve bir de şiddetle savunulur? Şayet zihinlere, hayallere “Zamanla belki üretilebilir” düşüncesi gelecek olursa deriz ki: “Milyonlarca yıl önce haşa tesadüfen oluşan bir neticenin milyarda birini, binlerce akıllı ve şuurlu insan yüzlerce yıl çalıştıktan sonra farz-ı muhal meydana getirebilmiş olsa, bundan şu sonuç çıkmaz mı?: “Bizim bu kadar zeka, bilgi ve imkanlarla, yüzyıllarca uğraşıp ancak yapabildiğimizin milyarlar katı muhteşem neticeler, sanatlı ve gayeli canlılar, milyonlarca yıl önce nasıl olur da kör, sağır, şuursuz, ilimsiz tesadüfün ve o tesadüfe bilim kisvesini zorla giydirerek taktığımız bir isim olan evrimin eseri olabilir?” denilmesi gerekmez mi?

14- Evrimcilerin cevabını veremedikleri birkaç soru da; “İlk hücre nasıl ortaya çıktı? Ya da ilk proteinler ve bu proteinleri kodlayan DNA-RNA ikilisi nasıl ortaya çıktı?” sorularıdır. Proteinler olmadan DNA olamaz, ancak DNA olmadan da proteinler olamaz. İsviçreli ünlü matematik bilgini Charles Eugenie Guye, bir proteinin tesadüfen ortaya çıkma olasılığının 1×10160 ‘da bir olduğunu ortaya koymuştur. Yani böyle bir olasılık yok demektir. Çünkü 1050 ‘de 1 ve sonrası ihtimaller matematikte imkansız kabul edilir (22). Yani tesadüfi varoluş imkansızdır. Evrim ise tesadüflerin elinde bir süreç ve seçilim (doğal/yapay) üzerine kurulu bir varsayımdır. Evrim ilkleri açıklayamaz. Hele ki bu ilkler olmazsa olmaz ve son derece hikmetli faydalı ise hiç açıklayamaz. Bir proteinin birkaç saniyelik ömrü vardır. Bir hücrede yer alan 3000’den fazla farklı proteinin ve DNA’yı oluşturan binlerce proteinin aynı anda var olması ve sürekli yenilenmesi gereklidir ki bu yapılar oluşabilsin ve işlevlerini yapabilsin. Evrim bu gerçeklerin neresine sığışabilir. Evet her şey de her şeyin ilkleri de kudreti, ilmi, hikmeti sonsuz bir yaratıcı tarafından, Allah tarafından var edilmiştir, düzenlenmiştir ve yönetilmektedir. Buna bilimsel bir delil de bilim insanları Laurent, Schrimpf ve arkadaşlarının çalışmaları ve makalelerindeki ifadeleridir: “Doğanın (!), haberci moleküllerini geri dönüştürmede son derece etkili olduğunu gösterdik: Ortalama olarak, RNA başına yaklaşık 5.000 protein molekülü üretiliyor ve bakteri Escherichia coli’de bir miktar daha az üretiliyor. Bu verimlilik bizim için inanılmaz. Ancak hücre içi protein üretimi çok ince şekilde ayarlanmakta ve hassas ihtiyaçlara bağlı olarak konsantrasyonları düzenlenmektedir. Son zamanlarda, diğer araştırmacılar da, bu muazzam düzenleme potansiyelini başka çalışma ve gözlemlerle doğrulamışlardır (23,24). Doğa ise akılsız, şuursuz, kör, sağırdır ve birbirine hem mahkum hem hakim sayısız unsurlardan, aciz sel gibi akan maddelerden müteşekkil ve üzerinde yapılanlara sadece mazhar olan, sonradan olma bir sanat eseridir. Bu sanat eseri (Doğa), kendisi yapılandır yapamaz, yaratılandır yaratamaz Resim gibi, yazı gibi, inşa edilen bina gibi, kalem yada fırça gibdir. Asla bir ressam, bir yazar, bir mimar ve usta değildir, olamaz (25). Bilim, Allah’ın sanatlarını anlamak ve anladıkça hayran olmak, Onu tanımak içindir, O’nu inkar için, nankörlük için, küfür ve küfran için değildir. Onu inkar edeceğim diye bu kadar uğraşmak ve bir de O’na delil olan O’nun yarattığı muhteşem eserleri, haşa O’nun yokluğuna delil göstermeye çalışmak hem bilimi hem insanlığı utandıracak, hem boş hem çok zararlı bir çabadır.

15- Balina nostrilinin (Burun/nefes deliği) kafadaki yerinin değiştiği ve bunun evrime açık delil olduğundan bahsedilir. Halbuki ilk resmedilen canlı, arada resmedilen canlılar ve son resmedilen canlı birbirinden farklı türlerdir. Mesela biri balina biri köpekbalığı biri yunus iskeletidir ve farklı böcek türleri gibi, farklı kuş türleri gibi farklı deniz memelisi türleridir. Bunların zaten özellikleri birbirinden farklıdır. Yaratan tarafından farklı özelliklerde ve şekillerde ve vazifelerle yaratılmışlardır. Bu resimlerin arka arkaya konulması ve bir takım zaman dilimlerinde yaşadıkları iddiaları, evrime delil olmaz. Birbirlerine dönüştüklerine delil olmaz. Halen köpekbalığı da balina da yunus da mevcuttur, başka bir forma geçiş yaparak nesli tükenmiş değildir. Burun deliği önde olan hayvan da yaşayabilmiş ve vakti gelince ölmüştür, diğerleri de. Eğer bunlar farklı hayvanlar değil aynı türler olsaydı, zaten türün kendi içindeki değişimleri vardır, olabilir, ancak bu da kastedilen mana itibariyle bir evrim değil, modifikasyondur. Kendi kendineliğe, tesadüfe, tutarsız mesnetsiz hakikatsiz evrim mekanizmalarına nasıl bağlanabilir? Bu değişimler balinayı balinalıktan, yunusu yunusluktan çıkaracak boyutta da değildir. Böyle bir değişim olduğu takdirde bu bir hastalıktır ve yıkımdır. Bunlar sağ kalamaz, nesillere aktarılamaz, ölür. Sendromlu doğan veya sonradan bazı hastalıklara yakalanan insanlar gibi.

16- “İnsanın su içinde fazla kalması sonucu parmak uçlarının buruşması evrime delildir, evrimin sonucudur” gibi asılsız iddialar hakikatle bağdaşmaz. Çünkü parmakların suda buruşması ozmoz kanunu ile bağlantılıdır. Bu kanuna göre daha sulu bir madde, daha yoğun katı bir maddenin içine girdiğinde su geçirir. Derinin içine geçen su deriyi şişirir. Bunun sonucunda deri büzülür ve yüzeyini genişletir. Sudan çıktıktan bir süre sonra elimiz tekrar eski haline dönmektedir. Çünkü; derimizin altına giren su bir süre sonra buharlaşmaktadır. Bu buruşma sadece ellerimizin ve ayaklarımızın bir kısmında meydana gelmektedir. Diğer bölgelerimizde bu buruşmanın meydana gelmemesinin sebebi kıllarımızın dibinde bulunan yağ bezeleridir. Bununla birlikte bu buruşma olayı, türün kendi içerisinde olan bir değişim olayıdır. Buruşma ile farklı bir türe geçiş olmaz. Üstelik bu kadar hızlı bir evrim ve evrim mekanizması var olsaydı, şimdiye kadar çoktan insanoğlu tamamen farklı bir türe dönüşmüş olurdu. Birkaç dakikada elleri buruşarak farklılaşan bir canlı, binlerce yılda binlerce kez farklı türe dönüşmesi gerekirdi, halbuki binlerce yıldır insan aynı insandır.

Türün kendi içindeki değişimleri, türden türe geçişe delil olmaz. Başka canlılarda benzer değişimlerin olması da türler arası geçişe delil olmaz. Bilakis her canlıda aynı mührün, aynı imzanın bulunduğuna, yani ustalarının yaratıcılarının aynı ve bir olduğuna delildir. Ellerin buruşmasını evrime delil göstermeye çalışan makalelerin tipik ortak özelliklerine ve ifadelerine dikkat edilirse tahminler, yorumlar, zorlamalar ve şahsi çıkarım ve benzetmeler açıkça görülmektedir. Halbuki “olabilir’li ifadeler, bir delili göstermez ve ispat değildir. Bilakis, yönlendirme ve yakıştırmayı ortaya koyar. İlaveten bu yazarların ve dergilerin, evrimci, evrimi mutlak gerçek kabul etmiş, taraflı yazarlar ve dergiler olduğu görülmektedir (26).

Bu makalede, 16 madde halinde özetlenen hakikatler ve evrimcilere verilecek cevaplar bu kadarından ibaret değildir, rahatlıkla artırılabilir. Her bir iddiaya, delil diye getirilen her bir hayal mahsulüne ve yakıştırmaya rahatlıkla cevap verilebilir. Ancak evrimcilerin iddialarına tek tek cevap vermek de, bunlara cevap bulmaya çalışmak da yersizdir. Genel ve temel sorun anlaşılırsa gerçek görünür. O temel sorun ise akılla, mantıkla, bilimle, ilimle, hakikatlerle bağdaşmayan ideolojik yaklaşımlar ve hayal ürünü yakıştırmalardır. Yaratılışa, tek yaratıcı olan Allah’ın varlığına ve evrim düşüncesinin yanlışlığına sayısız deliller vardır. Tek bir delil dahi bir meselenin ispatında kafidir. Yeter ki yeterince tarafsız şekilde yaklaşım sergilensin.

Son söz; bir bilim adamı olan John C. Lennox’un dediği gibi “Protein fabrikalarının karmaşıklığı ve hassaslığı ile en gelişmiş insan teknolojisi karşılaştırılsa, insan teknolojisi oldukça kaba kalır.” (27). Madem bu, hem bilimsel hem evrensel bir hakikattir. Tesadüfe verilmesi imkansız olan insan teknolojisinden hadsiz defa üstün olan kainattaki teknoloji ve işleyiş asla tesadüfe verilemez. Madem eser var, müessir (eseri yapan) var. Madem sanat var, Sani (sanatkar) var. Madem kainat var, bizler varız, öyleyse her şeyin yaratıcısı, bir olan Allah var.

KAYNAKLAR:

  1. Pierre Paul Grassé, Evolution of LivingOrganisms, AcademicPress, New York, 1977, s.8
  2. Pierre Paul Grassé, Evolution of LivingOrganisms, s.103
  3. Standen Anthony. Science is a Sacred Cow. New York: Dutton, 1950.
  4. https://chem.libretexts.org/Core/Physical_and_Theoretical_Chemistry/Thermodynamics/Laws_of_Thermodynamics/Second_Law_of_Thermodynamics
  5. Albert Einstein, quoted in M.J. Klein, Thermodynamics in Einstein’s Universe, in Science, 157 (1967), p. 509.
  6. Sir Arthur Stanley Eddington, in The Nature of the Physical World. Maxmillan, New York, 1948, p. 74.
  7. http://www.sorularlaevrim.com/kategori/evrim-teorisi/ateist-thomasla-evrim-tartismasi (Beşeri Nesneler ile Öteki Nesnelerin Kıyası 1-4)
  8. Risale-i Nur Külliyatı, İşaratül İcaz, Bakara Suresi 21-22. Ayetlerin tefsiri
  9. http://www.turkbiyofizik.com/beyin.html
  10. Risale-i Nur Külliyatı, 10. Söz (Haşir Risalesi)
  11. Pattle P.T. Pun, Evolution: Nature And Scripture in Conflicts. Zondervan, Grand Rapids (1982), s. 52.; Mustafa Mlivo, Quran Ispred Nauke I Civilizacije, Medzliz Islamske Zajednice, Bugojno, Sarajevo (2001), s. 110.
  12. http://www.icr.org/article/mr-bryan-evolution/
  13. https://ncse.com/cej/5/2/role-nebraska-man-creation-evolution-debate
  14. S. Lipson, “A Physicist’s View of Darwin’s Theory”, Evolution Trends in Plants, Cilt 2, No.1, 1988, s. 6
  15. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/94890
  16. http://documentarybox.com/quran-and-evolutionary-biology-dr-farid-khan/
  17. http://www.youtube.com/watch?v=cxQoc_06TqQ
  18. http://www.youtube.com/watch?time_continue=19&v=riqCx84rhfY
  19. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/63196
  20. http://www.sorularlaevrim.com/makale/faydali-mutasyonun-olabilecegi-iddiasi-evrim-teorisinin-dogru-olabilecegine-dair-bir-delil-teskil-eder-mi-237.html
  21. Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, cilt 2, 1888, s.210
  22. İdris Tüzün, Kainattaki Dengeler ve Allah, sayfa 19, 2017.
  23. Laurent J, Vogel C, Kwon T, Craig S, Boutz DR, Huse H, Nozue K, Walia H, Whiteley M, Ronald P, Marcotte EM (2010) Protein abundances are more conserved than mRNA abundances across diverse taxa. Proteomics 10: 4209-4212.
  24. Schrimpf SP, Weiss M, Reiter L, Ahrens CH, Jovanovic M, Malmstrom J, Brunner E, Mohanty S, Lercher MJ, Hunziker PE, Aebersold R, von Mering C, Hengartner MO (2009) Comparative Functional Analysis of the Caenorhabditis elegans and Drosophila melanogaster Proteomes. PLoS Biol 7: e48.
  25. Risale-i Nur Külliyatı, 23.Lema (Tabiat Risalesi)
  26. https://www.thoughtco.com/why-do-fingers-prune-in-water-4110223
  27. John C. Lennox, “Bilim Tanrıyı gösteriyor ama bazı bilim adamları bunu kabule hazır değil! Aramızda Kalsın Tanrı Var”, önsöz, sayfa 1.

Yazar: Doç. Dr. Umut Muhammed Said Çavuş

ubadmin

Ziyaretçi Yorumları

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.